Geçmez Olric

-Herkes geçer diyor.Geçer mi Efendim ?
-Herkes ne bilir acımı Olric ?
Her gün biraz daha acır sonra, biraz daha ve biraz daha.. Ama en sonunda ne olur biliyor musun Olric ? Geçmez evet geçmez. Geçti sanırsın ama, geçmez... Örneğin, alışverişe çıkarsın bir mağazaya girersin. Öyle bir şarkı çalmaya başlar ki hatırlatır, dağıtır. Geçmez...
Geçer sanırsın ama geçmez.. Daha az akla gelmeye başlar, alışıyorum galiba dersin. Arkadaşlardan biri görmüştür onu biriyle bir yerde bir şeyler içerken.. Boğazın kurur, yutkunamazsın ama geçmez... Geçer sanırsın ama geçmez.. Telefonun ekranında duvar kağıdı değildir artık, kendinden bile sakladığın bir fotoğrafını görürsün aklındaki galeride.. Gözüne çarpar, hatırlatır. Vurur, geçmez.. Rehberden adını silmişsindir, numara aklından geçip gitmez.. Oturduğu semtin otobüsü önünden geçer sen durakta gözlerin dolmuş beklerken. Defalarca doğru durakta inme telaşı yaşadığın o toplu taşıma faaliyeti gözden yaş taşırma hareketine döner.. Binmezsin, ama geçmez..Yine Geçti sanırsın Olric,unuttum dersin.. ama geçmez Olric... Adına bir filmde rastlarsın, alelade bir radyo programının canlı bağlantı kısmında istek bir şarkı üzerine..“Sezen Aksu -Vazgeçtim” talep olunmuştur.. Çalınır, geçilmez.. Acır, geçmez.. Birilerini öpüşürken gördüğünde gözünüze çarpan ani bir düşünce ile sarsılır dudağın bir başka dudağa geçme eylemi ve ardından gelen.. O da birini öpüyor mudur acaba sorusu ve muhtemeldir öpmesi.. canın acır için kanar, geçmez... Başka birini basmak istersin kanayan yarana. Saçı onun gibidir, gözleri onunkiler gibi kocaman.. Sesi onunki gibi ince.. Bakarsın, gördüğün o değildir..
Hayal kırılır, parçalar esner. Dağılır, ama geçmez.. Acır ama, geçmez Olric.


Oğuz Atay / Tutunamayanlar

Sana Seni Anlattım..

Hiçbir hedefin olmadı senin ... Öyle çok inanırdın ki kendine ...
Hayata aldanmak kutsal bir şölendi senin için ... Yaşanmış her şeyi unutarak yani bütün hedeflerini yakarak, gözünün içindeki meleklere bakardın, insanların kederli göğüne. Tarifsiz biriydin yakından bakıldığında ... Öyle iyiydin ki bütün oyunlar bozuluyordu sende ...
Senin saflığın bütün tarifleri bozuyordu.

Oysa sen kendine güveni
olmayan, kararsız, dakikası dakikasına uymayan bir varlıktın.
 Bence
hayatın dokusundaki o silinmez laneti görüp de sustuğun için böyle
tutarsızdın.
Bütün felaketlerden kendini sorumlu tutup varlığını siper ettiğin
için o başı ve sonu belli olmayan kötülüğe ...
Üstelik alabildiğine güzel ve sevimliydin ...! ve sevgi gündelik
yaşam biçimindi senin. Çünkü hiçbir zaman sevgiyi planlamıyordun sen
... Sevgiye karar veremiyordun bir türlü ... Elinde değildi, sevgiye
gene de, farkında olmadan maruz kalıyordun sen. Sevgi hiç
beklemediğin yerde, hiç düşünmediğin bir zaman gelip seni buluyordu.
Mahcup olmaktan çok çekinirdin. Çünkü bilirdin ki mahcubiyet
yorgunluktur. Bana gülümseyen, umutlu bir maske taktın. Bana sevecen
sözler öğrettin. Kimsenin kalbi kırılmasın diye bu dünyadan o kabına
sığmayan ümitsizliğe vakitsiz bahar giysileri giydirdin. Eksik
yaşanmış ve hep eksik yaşanacak bahar giysileri ... Kendin için
değil, aşkların için değil, sana güvenen, sana dayanan insanlar için
gizledin ümitsizliğini ...
Sanki yazgı değişecekmiş gibi hiç durmadan seviştin bu ümitsizlikle.
Zehirlenmesin diye bu incelik, küçük düşmesin diye bu şiir,
üzülmesin diye sana güvenenler hep acıyla seviştin ... Kimseye
bulaşmasın diye gördüğün ve yaşadığın cinnet, kimseye onulmaz kötü
yapmasın diye bu dünyanın dokusuna kazınmış lanet ... Oysa maske ve
bir hedefin olmadığı için asıl dengeleri bozan sendin. Herkese ait
gibi görünüyordun, ama hiçbir yere, hiçbir kimseye ait değildin
 ve
olamazdın da.
Onca kalabalığın içindeyken bile birden kayboluyordun. Her şey
kendinden olsun diyordun, aşk gibi, isyan gibi, sevişmek gibi,
hüznün o güzel yüzlü perisi gibi ...

İçinden geldiği gibi hareket ettiğin için istikrarı bozuyordun.
Kimse seni anlamıyor ve bu yüzden deli damgasını yiyordun hep. Kimse
seni elde var bir, diye düşünemiyordu. Sen kendini cesur bile
bulamazdın. İçindeki derin merhamet seni gövdene düşman kılan öfkeyi
bile durmaksızın küçük düşürdü. Omuzlarında bunca yük varken
unutulmak istedin, unutturulmak istedin. Zaten doğuştan kanayan
içini, bir kez daha kanattın, bir kez daha, bir kez daha.

SENİN HAYATIN
Sana Seni Anlattım ...

posted under | 0 Comments

Ojelerim Bozulması Diye Evlenmiyorum

Ben yoruldum, insanlar yorulmadı sormaktan. Neden evlenmiyor muşum?! Kocalar kapıda sıraya dizildi de biz mi seçemedik? Düzgün bir adam karşımıza çıktı da biz mi istemedik? Aşık olduk da bekarlık kurumunun bize ihtiyacı var diye biz mi kaçtık?

Herkes evlenmek zorunda sanki…

Sevip aşık olmadığın biriyle evlenmektense evlenme daha iyi…


Kısmet demekten dilim damağım kurudu. Olmayacak dualara amin demekten dudaklarım yoruldu. O yüzden evlenmedim.

Yukarı tükürsem ıssız adam, aşağı tükürsem dingil! Hangisiyle evlenelim?

Zaten evlenince de hayatımıza kuş mu konuyormuş sanki? Kamberliğin bana verdiği yetkiye dayanarak şunu söyleyebilirim ki, hazırlıkları da dahil olmak üzere total olarak kocaman bir fiyasko evlilik. Hangimiz gümüş makasa pul yapıştırıp kurdele sarmak istiyor? Nişan tepsisi almak için kaç saatinizi sokaklarda geçirmek istersiniz? O kadar dandirik ki her şey; buzdolabı seçmek bile problem. Bütün sülalenin parmağı her işinizin içinde maşallah! Gelinliğiniz hakkında bile her kafadan çıkan milyonlarca konuşma baloncuğu… Biri ak diyor öbürü kara! Aman da herkesin gönlü olsun derken, iki gönül bir olunca seyran olacak samanlık dar geliyor insana.

Düğün olayını hiç anlamış değilim keza. Neden bir adamla aynı evde yaşamaya başlıyorum diye Dayımla karşılıklı Ankara havası oynuyoruz ki? Üstelik üzerimde beyaz ve ters bir mantar kostümüyle! Bir de boyumdan büyük bir pastayı kılıçla kesiyoruz yanımdaki penguen kostümlü kocamla! Sebep?

Peki ya mutlu sondan sonra?

Bulaşığı, yalaşığı gırla evin içinde… Oje bile süremiyor insan. Sürsen bile yemek yaparken, bulaşık yıkarken bozuluyor zaten. Bütün gün işte çalış, aksam eve gel yemek yap, ortalığı toparla, bulaşıkları yıka… Aman tanrım yarın kaynanam geliyor sendromu da cabası… Hepi topu bir Pazar günümüz var o da ütüye kurban gidiyor. Bir de evin içinde dolaşan erkeksinin kılı tüyü pisliği… Sinirleri kulak memesi kıvamında cılklaşan kadın çemkirmeye başlıyor. Ardından kavgalar gürültüler ve ta tam! Hadi bakalım ben annemin evine gidiyorum Hüseyin!

Ondan sonra adliyenin önü boşanma kuyruğu…

İşte bu yüzden evlenmiyorum teyzelerim amcalarım. Henüz bu yaşanacak, anlat anlat bitmeyecek sıkıntıları bana pembe gösterecek biriyle tanışmadım da ondan evlenmiyorum. Sırf sarılıp uyumak için bu kadar yükü taşıyabileceğimi düşündürmedi kimse de o yüzden hala yalnız yaşıyorum.

Bir gün biri gelir, al bu da senin aptal cesaretin hadi evlenelim der ve beni ikna edebilecek kadar aşık ederse, ben de evlenirim belki. İşte o zaman gelini öpebilirsiniz.

Ama şimdilik ojelerim bozulmasın diye evlenmiyorum.

Fakat darısı başınıza İNŞALLAH!


Amin.


-Alıntı

Bir yabancıyı özlüyorsun

Bir yabancıyla tanışıyorsun. Konuşuyorsun. Mesajlaşıyorsun. Çıkmaya başlıyorsun. Sarılıyorsun, öpüşüyorsun, sevişiyorsun. Hiçbir zaman gitmeyeceğini söylüyor. Bir yabancıya inanıyorsun. Uğruna her şeyini feda ediyorsun. Bir gün geliyor. “Bitti” diyor. Gidiyor.
Ve şarkılar, filmler, kitaplar, ve diğer her şey sanki onun sesiyle kulağına “beni unutamazsın”ı fısıldıyor. İnsanlar büyük felaketlerden bahsediyor. Ölümlerden bahsediyor. Senin biten ilişkinle, ölümleri karşılaştırıyorlar. Haklılar, bir yabancıyı unutmaya çalışmak hepsinin yanında çok kolay gözüküyor. Ama unutuyorlar. O yabancıya; dokunmadığında, onu öpmediğinde, onunla konuşmadığında, o yabancı zaten ölmüş oluyor senin için. Hiçbir dua o yabancıyı geri getiremiyorki. Onunla “konuştuğun”, ona “dokunduğun”, onu “öptüğün” hatta onla “mesajlaştığın” her yer, o yanında olmasada, o başkasına sarılsa bile, seni üzmeye yetiyor. Aslında onun hiçbir şey yaptığı yok. O gitmek istedi ve gitti. Sadece sen kabullenemiyorsun, görmezden geliyorsun. Bulunduğunuz her ortamda tek başınayken “tam şuran” öyle çok yanıyor ki, tarif edemiyorsun. Merak ediyorsun, o da “böyle” hissediyor mudur diye, ama bilemiyorsun. Bir yabancıyla konuşabileceğin şeyler ne kadar kısıtlıysa, senin de onla konuşacakların o kadar kısıtlanmış hale geliyor zamanla. Yalnız doğum günleri, yılbaşı, belki birkaç önemli tarihler kalıyor ikinize dair. Genelde o tarihleri de yalnız sen hatırlıyorsun zaten. Hepsinden çıkarabileceğin sonuç şu ki, bir yabancıyla tanışıyorsun, o senin Dünya’nın en önemli noktası oluyor, biraz zaman geçtiğinde gidiyor. Verdiği tüm sözleri unutuyor. “Bu sözlere nasıl inandım ben” diyorsun. Ve elinden gelen tek şey, gidişini izlemek oluyor. Sonra biraz zaman geçiyor. Başka bir yabancıyla; tanışıyorsun, konuşuyorsun, öpüşüyorsun. Öpüşürken Dünya duruyor. Gözlerini kapatıyorsun. “O” geliyor.
O an tüm gözün açıkken yaptıkların boşaymış gibi geliyor. Ve bir yabancıyı özlüyorsun.
Çok özlüyorsun.

(Yazı Murat Pala nın mı yoksa Arda Erel in mi emin değilim. Kesinliğinden emin olanlar bildirebilir.)

Kal Denmesini Beklemek

birinden bi şey bekleme hadisesine hastayım. biri bana kal diyecekse, bu kişi ben olmalıyım. o bana kal demiyorsa, içimdeki ses kal diyorsa, kalırım. yani hayatta her şeyi kendimden beklerim. sonuç iyi olduysa kesin ben yapmışımdır, kötüyse de bi parmağım olabilir. gitmek istiyorsam dibine kadar haklıyımdır, içime sinmiyorsa bin pişman. bak bizim çayımızı annem doldururdu, içine şekerini de atardı, karıştırırdı da öyle içerdik. sonra baktım kimse şeker atmaz oldu çayıma, ben şekersiz içmeye başlamışım. şimdi sen kal demezsen de gider sensiz yaşarım. hatta bi bakmışsın, sensiz de yaşarım, huyumu biliyorum. e ama, sormazlar mı adama: "hani sen çayı şekerli seviyordun?"

-Anonim

posted under , | 0 Comments

Özcan Bülbül / Çoğun bende senin

Kim girerse girsin hayatına, sen artık hep eksik kalacaksın... Çoğun ben de senin, elinin sıcaklığını aldım, sarılışındaki sıkma payını, kokunu aldım, nefesini aldım sen uyurken, onunla yüzümü ısıttım. Ben senden sabah uyanışlarını aldım, günaydın mesajlarını ve o savaş nedeni iyi geceler öpücüklerini... Sen şimdi kime tam kalabilirsin ki, anlamıyorsun değil mi ben senin göz yaşlarını aldım, artık hiç kimse için adam gibi ağlayamayacaksın. Kimse için benim kadar üzülemeyeceksin. Çoğun bende senin, onunla sigaraya başladık... Ne yaptım biliyor musun, senden geriye yeni bir sen edecek kadar bile sen bırakmadım. O yüzden sen artık hep eksik kalacaksın. Kalbi dışarıda unutulmuş bir vücutsun artık. Nefes alman mühim değil, asla tamamlanamayacaksın..
-ö.s.ö

Her Yeri Boyamışsın.. / Küçük İskender

her yeri boyamışsın, çok güzel, ama burada biraz kan kalmış. zincir kalmış, kırbaç kalmış.

sahneye çıkan hayvanların büyük uzantılarıyla ayaktasın, çok güzel, ama burada biraz aşk kalmış.

sana dokunduğum günlerde bana 'sevgilim' derdin, şimdi 'orospu' diyormuşsun, çok güzel, ama burada biraz sonbahar kalmış. ihanet kalmış, bencillik kalmış.

korkunç yolculuklar planlardık insanlardan uzağa.
ellerimizi bırakıp, ayaklarımızı bırakıp gidecektik, çok güzel, ama burada benim çocuksu saflığım kalmış. aptallığım kalmış düşlerim kalmış.

bu gece benim için en iri şeyi ağzına al! evrendeki en iri şeyi:
ADIMI!
 ve sonra tükür onu havaya.
altına geç ve bekle.
çok güzel!ama burada biraz herşeye rağmen hala benim sana hasretim, benim senin göğsünü yumruklaya yumruklaya ağlayışım,benim...

benim senin bana hediyen lök gibi yalnızlığım kalmış!..

Oyuna, Hissetmeye, Uçmaya Var Mısın? / INDIGO BLOOME

İlk iki kitabı kesinlikle heyecan ve merakla okudum. Erotik olduğu kadar aksiyon dolu olduğu gerçek. Sizi sürükleyen aksiyon kısmı. Merakta bırakacak şekilde yazılmış. Bir çeşit ilaç üretimiyle iç içe geçmiş bir kitap. Ancak 3. kitaba geçtiğinizde olay çok şekil değiştiriyor. Reankarnasyon, ruh göçü ve benzeri farklı inanışlara dayanan bir kitap olduğunu görüyoruz. Beni pek sarmadı. Ailevi değerler içinde pek hoş bir yönlendirme değil. Gerçekten 18 yaş üzeri okumalı. Eğer metafizik içeren inançlara merakınız varsa biraz daha eğlenceli olabilir.

Can Yücel

İçeri gir.
Kapıyı ört.
Işıkları yak.
Bana sarıl.
Dışarı çıkalım.
Sinemaya gideriz.
Filmi terk ederiz.
Yani illa terk edilecekse bir şey…
Yürürüz.
Sarhoş olurum.
Sen olma.
Bana sarıl.
Gökyüzüne bakarız.
Karanlıkta olsa bakarız.
Dua ederim. İkimizin yerine.
Sen etme.
Bana sarıl.
Sigara içeriz.
Ellerimiz üşür.
Ben ısıtırım.
Sen bana sarıl.
Paramız biter, yürürüz.
Bitmeyen bir yol buluruz.
Bitmeyen bir türkü söyleriz.
Aşık olurum.
Sen olma.
Bana sarıl.
Konuşuruz.
Hep anlatırız.
Kimleri öptüğünden bahsedersin.
Ağlarım.
Sen ağlama.
Bana sarıl.
Kavga ederiz.
Küfür ederiz.
Bağırırsın.
Küserim.
Sen küsme.
Bana sarıl.
Güleriz.
Unuturuz öleceğini annelerimizin.
Anneler ölmesin.
Annem ölürse bana sarıl.
Çünkü bilirsin,
Bazen anneler ölüyor. Anneler ölünce çocuklar hep hüzünlü bakıyor. Hep yorgun bakıyor. Hep kırmızı bakıyor. Hep düşecekmiş gibi bakıyor.
Ve benim sırtımı dayayabileceğim bir duvarım yok.
Gölgesinde dinlenebileceğim bir omuzum da yok.
Korkuyorum.
Bana sarıl.
Canım acıyınca,
Ellerim titreyince,
En çok gök gürleyince,
Yağmur yağınca,
Ve her gün doğumunda,
Düşünce bir bebek rahme,
Bir kuş uçunca,
Denizler dalganınca,
En çok yıldızların altında,
Bu cehennemin dört bir yanında,
Nefes aldıkça…
Bana sarıl.

Elli Ton Üçlemesi / E L James

Bu kitapları peş peşe elimden bırakamadan okudum. Hatta öyle ki aylarca bir adet Grey istiyorum diye sayıkladım. İnsanı sınırlarının çok ötesine çıkardığı bir gerçek. Yoğun olarak seks var ama aynı zamanda merak uyandıran aksiyon dolu bir kitap. Kontrol manyağı bir erkek neler yapabilir? Bir sözleşme ne kadar kötü olabilir? Ütopya olan bir adam ve aşk hikayesini fantezi ve fetişle iç içe okuyacaksınız. Bir köle-itaatkar ilişkisi nereye gelebilir? Merak dolu sorular size bu kitabı hemen bitirtecek (: Kısaca özetlerini aşağıda belirtiyorum ama satır atlamadan okumak isteyeceğiniz kitaplar bunlar..

Grinin Elli Tonu: 20 yaşında bir edebiyat öğrencisi olan Ana Steele, genç girişimci Christian Grey'le röportaj yapmaya gittiğinde son derece çekici, zeki ve sinir bozucu bir adamla karşılaşır. Toy ve masum Ana, bu adama duyduğu arzu karşısında şaşkına döner ve adamın gizemli doğasına rağmen ona yakınlaşma arzusuyla yanıp tutuşur. Ana'nın güzelliği, zekâsı ve özgür ruhuna direnemeyen Grey de onu istediğini kabul eder, ancak şartları vardır... Çift, cüretkâr ve tutkulu bir fiziksel ilişkiye yelken açarken, Ana, Christian'ın karanlık sırlarını ve kendi karanlık arzularını keşfeder. 

Karanlığın Elli Tonu: Ruhu yaralı genç girişimci Christian Grey'in karanlık sırlarının yıldırdığı Anastasia Steele, ilişkilerine son noktayı koyup bir yayınevinde çalışmaya başlar. Ama Grey'e duyduğu karşı konulmaz çekim hâlâ etkisini sürdürmektedir. Grey içindeki şeytanlarla savaşırken, Ana da hayatının en önemli kararını almak zorundadır ve bu yalnızca onun verebileceği bir karardır…


Özgürlüğün Elli Tonu: Şimdi her şeye sahiptirler; aşk, tutku, yakınlık, servet ve sonsuz olasılıklarla dolu bir dünya. Ana, Grey'i sevmenin kolay olmayacağını ve beraberliklerinin her ikisinin de tahmin edemeyeceği zorluklar getireceğinin her zaman farkında olmuştur. Tam her şeye sahip gibi göründükleri bir anda, talihsizlik ve kader bir araya gelip Ana'nın en korkunç kâbuslarını gerçeğe dönüştürür...

Bir Kız Bara Girer ve... / Helena S. Paige

Çooook eğlenceli! Kaptan sizsiniz. Ne yapacağınıza siz karar veriyorsunuz. Bir akşam bara çıkacaksınız. 3 farklı iç çamaşırı hangisi? durumunda başlıyor ve tüm hikayeyi siz yazıyorsunuz. Bir baş ucu kitabı değil ama keyifli zamanlar için bire bir (: Ben öneriyorum, okurken eğlendim (:

"Şehrin en havalı barlarından birindesiniz, en yakın arkadaşınızla kız kıza bir gece geçirmek için
süslenmişsiniz ve arkadaşınız gelemeyeceğini haber veriyor. 

Şimdi ne yapacaksınız?

- Akşamı bir rock yıldızıyla tekila içerek mi geçireceksiniz?

- Yoksa kibar ve çekici bir milyoner sizin tarzınıza daha mı uygun?

- Ama inanılmaz yakışıklı genç barmenin günaha çağıran vücudu da gözünüzden kaçmıyor…"

Biraz erotik olduğunun notunu düştüm (: Sonra bilmiyordum olmasın (: 

Aşk da Aldatır / Valérie Tong Cuong

Bu kitabı eğer bulabilirseniz alın ve okuyun. Ben bir arkadaşıma verdim ve şimdi hiç bir yerde bulamıyorum. Alışılagelmişin dışında bir kitap. Aşk gerçekten aldatır mı? İnsanlar bu kadar ileri gidebilir mi? Ve bir kadın kaç kere inanabilir? Defalarca soracaksınız. Kitap bittiğinde yanlış anlamış olmayı umacaksınız. İnsanı bir süre etkide bıraktığı gerçek. Kitap boyunca tekrar tekrar okuyacağınız bir cümle var;

"Ölmüş bir şeyleri yok etmek hala mümkün mü?"

Sonuna kadar asla bilemeyeceksiniz...


Şizofren Aşka Mektup / Cezmi Ersöz

Hiç şüphesiz beni derinden etkilemişti. Bir kadın ve erkek ilişkisi onların mektuplaşmalarında, dillerinde canlanıyor. Kitabı ezberleyecek kadar çok okudum ve sanırım her sayfada altı çizili cümlelerim var. (: İlişki bittikten hemen sonra okunmaması gereken bir kitap bence. Biraz dağıttığı gerçek..


"Bir anahtar deliğinden, ruhun bana akıyordu.."
Gözleriniz dolu dolu kapanan bir kitap.

"Ben diye ne varsa gördüğün, işte o senin yokluğun." dediği satırlarda bir nefes alma ihtiyacı duyduğum kitap.. 

"sensiz geçen gecelerde yüregimde biriken kiskançligin, öfkenin, kirginligin ve hasretin hummali karanligi, sana kavustugum anlarda sevinçten çildirmanin esiginde tarifsiz bir hazza dönüsürdü... 
sana yeniden dokunmak, sanki bulutlara öpücükler kondurmak gibiydi... 
huzurla huzursuzluk, hasret ve kavusma, ask ve öfke, merhamet ve acimasizlik,kirginlik ve bagislama her sey ama her sey sevgimizin taskin sularinda birbirine karisirdi. 
iki kalbin bir ömre sigdirabilecegi tüm duygulari biz o kisacik anlarda soluk soluga yasardik...
hala seninle geçirecegim anlarin telasiyla tüketir gibi yasiyorum sensiz geçen günlerimi... 
yillar geçti, hala seni görecek olmanin kalp çarpintilariyla, yalniz senin için giyiniyorum en güzel giysilerimi. 
sen güzel bulasin diye geçiyorum aynalarin karsisina...
seninle geçen zaman bir daha tekrari olmayan, dogaçlama bir melodi gibi benim için... 
sanki birlikte yazilmis kaderimizin sayili dakikalarindan an çaliyorum... 
öylece karsinda oturup seni seyretmeyi,sana yemek hazirlamayi, seninle sohbet etmeyi ,dostlarini agirlamayi, seninle birlikte uyumayi, yani paylastigimiz ne varsa 
hepsini bir daha asla okuyamayacagim bir siiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluga hissederek yasiyorum..."

Bana kalsa sanırım tüm kitabı buraya yazarım :) Arka kapak yazısını ekleyip konuyu kapatacağım. Ama okuyun. Mutlaka okuyun!

Kendimi tanıyamaz olmuştum. Hangisi bendim? İçimdeki, o güzelliğiyle dünyayı elde etmeye kışkırtılmış, karanlık ve ilgi tutsağı kadın mıydım; yoksa uğruna hayatından vazgeçmeye hazır olduğu aşkına mahkûm, ezilmiş, kapılarda bırakılmış, verdiği güven ve taşıdığı masumiyetle sana cazip gelmeyen, o sevdalı kadın mı? İkisi de olmak istemiyordum. Ama ikisinden de vazgeçemiyordum. Sanki biri olmazsa, diğeri yıkılacak gibiydi. Birbirinden nefret eden ve birbirinin varlığına tahammül edemeyen bu iki benlikle yalnız kaldığımda çıldıracak gibi oluyor, ağır ağır ruhumu öldürüyordum.

Daha Yeni Kayıtlar Ana Sayfa

Followers


Recent Comments